Bir zamanlar, telden araba yaparak, en basit oyuncaklarla bile mutluluk bulan insanlardık. Evimizin önünde ya da boş bir arsada, bir tel bulmanın heyecanıyla onu eğip bükerek araba şekline sokardık.
Bu tel arabalar, yalnızca özgürlük gücü hayalimizi süsleyen basit oyuncaklar değil, aynı zamanda içimizdeki saf mutluluğun, paylaşımın ve küçük şeylerde huzuru bulmanın birer simgesiydi. Şimdi toplum olarak, bu kadar kopmuş ve ayrılmamızın nedeni ne olabilir?
Günümüzde teknolojinin gelişip toplumun genel refah seviyesi özellikleri, imkanları da çoğalıyordu. Akıllı telefonlar, son model arabalar, sayısız elektronik cihaz ve daha birçok lüks eşyamız var. Ancak bu maddi bolluk ve imkan artışı bizi daha mutlu kılmadı; Tam tersine, mutluluk arayışımızda daha da zayıflaştık. Artık "parası olan da mutsuz, malı olan mutsuz, olmayansa zaten mutsuz.
Toplum olarak, sahip olduğumuz yetinmemeyi ve her zaman daha fazlasını istemeyi bir yetenek haline getirdik. Reklamlar, sosyal medya ve toplum baskısı, bilincimize işleyerek bizi hep "daha iyi" için zorladıkça, tatminsizlik duygumuz büyüyor. Elimizdekini yeterince değerlendirmeden, sürekli bir sonraki "daha iyi" olana ulaşmaya çalışıyoruz. Bu koşuşturma içinde, gerçek anlamda mutluluğu bulma zorlaşıyor.
Çocukken sahip olduğumuz telden arabalar, bir yandan arkadaşlıkların, komşulukların ve sahiplerinin anlarının simgesiydi. Şimdi ise telefonları, sosyal medyadaki sanal dünyalar bizi bulmaktan çok, daha da yalnızlaştırıyor. Gerçek dostlukların yerinde yüzeysel etkileşimler yer alıyor; böylece, bağımsızlık yerine bağımlı hale geliyoruz. Sosyal medya ve teknolojik cihazlara olan ilişkilerimiz, içimizdeki huzuru zedeliyor.
Eskiden mahalledeki herkes aynı oyunlarla, aynı sokakta oynanırdı. Bugün ise sosyal medya ve modern kültür, bizi sürekli bir karşılaştırmayla içine sokuyor. Kimin daha iyi bir hayatı var, kim daha lüks bir arabaya sahip, kimin evi daha büyük gibi sorular, mutluluk paylaşmak yerine rekabeti artırıyor. Bu karşılaştırma, huzurun ve mutluluğun en büyük düşman haline geldi.
Çocukken telden arabalarla ilişkiler, yalnızca o anı yaşardık. Gelecek için bir telaş, başka bir şeyle ilgilenmeden derdimiz olmadan, anı yaşamak bizi mutlu ederdi. Ancak şu anda sürekli geleceğe yönelik planlar yapıyor, hedefler ortaya koyuyoruz ve bu hedefe ulaşmak için çabalıyoruz. Ancak hedefin sonunda yeni bir arayış doğuyor ve bir türlü tatmin olmuyoruz.
Belki de çocukluğumuzdaki o telden arabaları ve bize yaşattığı huzuru yeniden hatırlamamalıyız. Küçük anılardan keyif almayı, sahip olduklarımızla mutlu olmayı, gereksiz karşılaştırmalardan uzak durmayı öğrenmeliyiz. Çünkü mutluluk, sahip olduğumuz özellikler değil, onlara olan bakış açımızdadır.
Telden arabalara, mahalledeki dostluklara, içten gelen gülmelere sadece görmeye yetinmemeliyiz; Onları yeniden hayatımıza katmanın sistemlerini aramalıyız. Çocukken bize mutluluk veren o basit şeyler, bugünün karmaşık dünyasında kaybetmiş olabiliriz. O anlarda gerçek ve güvenli mutluluğun kaynağı, basitlik, paylaşım ve içtenlikti.
Belki de yeniden bu değerleri hayatımıza sokmalıyız: Samimi dostluklar kurarak, hayatın küçük anlarına değer vererek, paylaşmanın ve birlikte olmanın gücünü yeniden keşfetmeliyiz. Çünkü gerçek mutluluk, dışarıda kalanlarımızda değil, içimizdeki ve çevremizdeki basit güzelliklerde saklı.